Teklifin tümü üzerinde ilk söz Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Sinop Milletvekili Engin Altay'a aittir.
Sayın Altay, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA ENGİN ALTAY (Sinop) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. 508 sıra sayılı torba Kanun Teklifi üzerinde CHP Grubu adına söz aldım.

Sayın milletvekilleri, bugün burada, Emniyet Genel Müdürlüğüne ve Millî Eğitim Bakanlığına kadro tahsis edeceğiz. Ben de, işin doğrusu, sıra sayısı bana gelene kadar böyle biliyordum. Ama gene, yirmi maddelik bir torba çorba kanun tasarısıyla karşı karşıyayız. Bunları yanlış bulduğumu ifade etmek istiyorum; bir.

İkincisi: 1 Ekimde açılan Meclisi, çoğu zaman gündüz ikide, üçte kapattınız, gene bir haftadır gece birlere, ikilere kadar...

ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) - Beş, beş...

ENGİN ALTAY (Devamla) - ... milletvekillerini beşlere kadar çalıştırıyorsunuz, yani Hükûmete söylüyorum bunu. Hükûmet milletvekillerine karşı ayıp ediyor, hepimize, size bize. Böyle şey olur mu? "1 Temmuza kadar şunları yetiştirelim..." Ev ödevi mi veriyorsun Parlamentoya? Ben çok biliyorum, ekimden beri çok günler ikide, üçte Meclisi kapattık arkadaşlar. Hepimizin bir şahsiyeti var, gururu var, izzetinefsi var. Tabii ki, çalışmak gerekirse yirmi dört saate yirmi dört saat daha katarız ama Hükûmetin bu konudaki yaklaşımının tam bir lakayıtlık olduğunu söylemek istiyorum.

Sayın milletvekilleri, bu kanun tasarısına evet oyu vereceğiz, hiç şüphe yok. Gerek Emniyet Genel Müdürlüğümüzün gerekse Millî Eğitim Bakanlığımızın gerçekten kadro ihtiyacı var. Ben ve partim, müteaddit defalar, özellikle Millî Eğitim Bakanlığındaki öğretmen açığının kapatılmasına yönelik olarak âdeta burada feryat ediyoruz, Genel Kurula ve Hükûmete yalvarıyoruz, önlerinde diz çöküyoruz ama Hükûmet, hep, her zaman olduğu gibi, özellikle millî eğitimle ilgili fevkalade nakıs davranıyor. Şimdi, bu, kamuoyuna da "70 bin kadro Millî Eğitime, 30 bin kadro Emniyet Genel Müdürlüğüne" diye...

Şimdi öyle biliyor kamuoyu, belki birçoğunuz da öyle biliyorsunuz, işin aslının da öyle olmadığını biraz sonra belirteceğim.
Plan Bütçeye geldiğinde bu kanun teklifi Sayın Milletvekilleri, 70 bin öğretmen, 20 bin polis diye geldi ama Plan ve Bütçeden çıkarken gelen 20 bin polis kadro sayısı 30 bin oldu. Eyvallah, hiçbir itirazım yok ama gelen 70 bin öğretmen kadro ihdası -ama herkes bilsin ki bu 70 bin 2010'da değil, onu biraz sonra anlatacağım- 70 bin olarak geçti. Yani Emniyet Genel Müdürlüğüne AKP Grubu tarafından gösterilen cömertlik işsiz öğretmenlere gösterilmedi, sözleşmeli öğretmenlere gösterilmedi.

Aslında eğitime gereği kadar önem versek, eğitim konusunu Hükûmetiyle, Parlamentosuyla hep beraber biraz daha ciddiye alsak belki 30 bin tane polis kadrosu vermemize gerek kalmayacak çünkü direkt eğitimle ilintili bir mesele. Bugünkü toplum dünkü, dünden önceki öğretmenlerin iz düşümüdür, dünkü, dünden önceki eğitim politikalarının, eğitim yaklaşımlarının iz düşümüdür, manzara bu.

Şimdi, sayın milletvekilleri, kanunla polis memurlarına da öğretmenlere yapıldığı gibi bir "başpolis", "kıdemli polis", "kıdemli başpolis" gibi yeni unvanlar veriliyor. Tabii, ben bu işin teknik yanına bilmem, bana doğrusu çok mantıklı gelmiyor. Eskiden "başefendi" falan denirdi ama o işler geçti biliyoruz biz, polis memuru polistir. Onlar karakollarda kendi içlerinde zaten kıdem durumuna göre grup amiri, ekip amiri oluyor, bu işler bir düzen içinde yürüyor. Şimdi "Başpolis bey" mi diyeceğiz biz "başöğretmen" dediğimiz gibi? Onu da yanlış bulmuştum pedagojik olarak, bunu da yanlış buluyorum. Bu kısım kişisel görüşümdür.

Öte yandan sayın milletvekilleri, emniyet müdürlüğünde, dereceleriyle ilgili yükselme süreçlerinde birçok dördüncü sınıf, beşinci sınıf emniyet müdürü Genel Müdürlükle mahkemeliktir, bilginize sunuyorum. Yani şerefli Türk polisinin üçüncü sınıf emniyet müdürü "Ben bir haksızlık neticesinde ikinci sınıf emniyet müdürü olamadım." diye mahkemeye gidiyor. Yani emniyetin içinde böyle bir güven bunalımı olmasının emniyet hizmetlerini büyük bir zaafa düşüreceği kuşkusu içindeyim.
Öte yandan, gene, rütbeli personel arasında kadro ve unvan farkları davalık ve düzenlemeye muhtaç.

Bakın, sayın milletvekilleri, şimdi, Türkiye Büyük Millet Meclisi tutanaklarından size bir bölüm okuyayım: "Dolayısıyla, özlük haklarının bir an evvel çözülmesini bekleyen bu teşkilat, bu camia şimdi teşkilat kanununda yapılan ve Anayasa'ya aykırılıklar içeren birtakım hükümlerle karşı karşıya kalmış olacaktır." Devamla: "Aynı süreyle eğitim almış kişiler arasında böyle bir eşitsizliğin yapılmış olması mutlaka Anayasa'nın da dikkate alacağı önemli ölçütlerden birisi." diyor, eleştirilerini sürdürüyor. Tarih 6 nisan 2001. Okuduğum konuşmanın sahibi Sayın Bülent Arınç, Başbakan Yardımcısı, hadi o zaman Fazilet Partisi Grubu adına konuşmuş. Şimdi Başbakan Yardımcısısın, elinden tutan mı var? Yapsana bunları. Yani muhalefetteyken şu Meclisi yıktınız, millete kan kusturdunuz buralarda, o zaman söylediklerinizi bari şimdi yapsanıza; tek partili, büyük bir sayısal çoğunluk iktidarısınız. 2001'deki Bülent Arınç'a bak, şimdiki Bülent Arınç'a bak! Böyle çelişki olur mu? Siyasetin hiç kaldırmadığı şey çelişkidir sayın milletvekilleri.

Şimdi -burada emniyet teşkilatından yetkililer de var- sekiz senedir bu Parlamentoda birkaç defa bir şey söyledim, dedim ki: "Türk polisi şehit olmaktan korkmuyor, Türk polisi emekli olmaktan korkuyor." Niye korkuyor? 2.200 lira alan başkomiserin maaşı emekli olduğu gün1.200 liraya düşüyor, mesaisiyle falan 2.000 lira alan polis memurunun maaşı 1.050 liraya düşüyor. E ne oluyor? Yani, bu, polis teşkilatında moral bırakır mı, motivasyon bırakır mı, görev şevki, azmi bırakır mı? 12-12 çalışma koşulu bugün dünya standartlarında kabul edilebilir mi? 12-12 çalışan bir polisin sosyal hayatı olabilir mi?
Aile hayatı, baba ya da anne olarak, babalık görevini, annelik görevini yapabilir mi? Yapamaz. 12-12 çalışan, camia içinde bir sürü başka sorunlar yaşayan polisin içinde, değişik ideolojik inançsal sorunlar, gruplaşmaların olduğu bir toplumdaki polisin içinde, teşkilatın içinde olumlu, ılımlı bir iklim olabilir mi? Psikolojisi düzgün olabilir mi? Yani polis memurlarının intiharı bu ülkede çok sık karşılaşılan bir vakadır. Bunda bu Parlamentonun, bırakın Parlamentoyu, bu Hükûmetin hiç sorumluluğu yok mudur? Diyebilirim ki en az her ay 1-2 polis memuru intihar ediyor. Hükûmet bu konuda bir adım atmış mıdır? Sekiz senedir "Türkiye'nin çehresini değiştirdik." diye hamasi nutuklar atan, her şekliyle, angaryasında, şununda, bununda, bakanların ziyaretlerinde ordu gibi koruma tayin ederek polise yerine göre angarya da yaptıran Hükûmet, polise "Senin moralin niye bozuk?" diye sormuş mudur? Ya da bu konuda Hükûmet ciddi bir tedbir almış mıdır? Hayır. Polis, Hükûmetin değnekçisi değildir; polis, Türkiye cumhuriyeti devletinin polisidir. Polise Hükûmetin gerekli özeni, hassasiyeti de göstermesi lazım.

Şimdi, bu kadar stres içindeki bir polisin insan haklarını koruması mümkün mü? Tam tersine, Türkiye'de insan haklarının birinci elden koruyucusu, günlük hayatta yaşamamızın, en özgürce yaşamamızın temininden sorumlu olan polisin insan hakları ihlalleriyle dolu bir sürecini yaşıyoruz.

Şimdi, gene sizin döneminizde sistematik olarak bir asker-polis ayrımı ikircikliliği yaratılmıştır; bu, AKP'den önce olmayan bir manzaradır. Sizden önceki değişik hükûmetlerde Türkiye'de toplumda bir asker-polis ikircikliliği olmamıştı.

TAHİR ÖZTÜRK (Elâzığ) - Öyle bir şey olamaz da.

ENGİN ALTAY (Devamla) - Şimdi, toplumun bir kesimi askere güveniyor, bir kesimi polise güveniyor.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) - Yok öyle bir şey, ayrımcılık yapma.

ENGİN ALTAY (Devamla)
- Ben de biliyorum, merak etme, dinle.

YILMAZ TUNÇ (Bartın)
- Öyle bir şey olmaz.

ENGİN ALTAY (Devamla) - Polisle ilgili bir şablon oluşturulmaya çalışılıyor. Emniyet teşkilatı dip-doruk F tipi yapılanmayla itham ediliyor. Bakın, "itham ediliyor" diyorum. Bu, beni de, belki sizi de rahatsız eden bir şey ama bu teşkilat içinde hakikaten o "F tipi" diye bahsedilen, ideolojik, inançsal örgütlenmeler varsa bu konuda da tedbir almak Hükûmetin görevi, "Yok öyle bir şey." diyerek olmuyor bu işler. Türkiye şunları yaşamadı mı? Polis okulu sınavlarından önce bir dershanede, bir özel ideolojik, inançsal örgütlenmede çocuklar toplanıp, kampa alınıp sınav soruları bu çocuklara bir gece önce verilmedi mi? Bunlar yaşandı mı yaşanmadı mı?

Bunlar yaşandıysa bir sorun vardır. Hani 10 Nisanlarda hep söyleriz "Herkesin polisi kendi vicdanıdır." Çok güzel bir söz. Evet, o vakit Hükûmetin vicdanının da bu söze uygun, örtüşmesi lazım. Polis teşkilatımızın her türlü siyasi mülahazadan, her türlü siyasi hesaptan arınmış ve uzak olması lazım. Siyasetin dışında, polis teşkilatının her türlü inançtan da uzak ya da her inanca eşit mesafeli olması lazım. Bunların görülmesi lazım sayın milletvekilleri.

Şimdi, polisin özlük haklarını, teşkilat içindeki sorunlarını, savunacağız ama polisin eleştirilecek de bir ton yanı var, maalesef var. Eleştireceğimiz konuların bir kısmı polisimizin içinde bulunduğu ekonomik, özlük sıkıntılardan, bir kısmı çalışma şartlarındaki olumsuzluklardan ama polisle toplum arasında da Türkiye'ye, cumhuriyete yakışmayacak ilişkiler yumağı var. Polis, eylem ve uygulamalarında ülkenin bütün vatandaşlarını bir görmelidir, nezdinde eşit görmelidir. Örneğin "06 CHP 70" benim arabamın plakasıdır. Ankara'nın içinde, benim arabama dışarıdan müteaddit defalar ceza yazılmıştır. Neymiş? Telefonla. Emniyet Genel Müdürlüğüne sesleniyorum: Bana bir tane ceza gönderecek, ben de özür dileyeceğim, 06 AKP'li bir plaka olacak, 06 AKP 60, 70... Bir tane gösterin bakayım. (AK PARTİ sıralarından "Var, var!" sesleri)

ABDURRAHMAN ARICI (Antalya)
- Ben yedim, ben varım!

ENGİN ALTAY (Devamla) - Tabii tabii, tamam tamam.

MEHMET TUNÇAK (Bursa) - Hepimize geliyor.

ENGİN ALTAY (Devamla
) - Başka bir şey söyleyeyim...

MUSTAFA ÜNAL (Karabük) - İnsaf!

METİN KAŞIKOĞLU (Düzce) - Herkese geliyor, biz de ceza yiyoruz.

ENGİN ALTAY (Devamla) - Daha devam edeceğim, dur be kardeşim, söz al, konuş yani. Bak, bana diyorsunuz ki "Engin Bey, seni seviyoruz, sinirlenme." E sinirlendirmeyin, sakin sakin konuşuyoruz.

LÜTFİ ÇIRAKOĞLU (Rize)
- Ben de ceza yedim.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri...

ENGİN ALTAY (Devamla)
- Şimdi, size hiç, seçim bölgenizde, sizi birebir tanıyan polis, süratten ceza yazdı mı? (AK PARTİ sıralarından "Yazdı, yazdı." sesleri)

ÖMER İNAN (Mersin) - Yazdı, bana yazdı!

ENGİN ALTAY (Devamla) - Geçin, neyse...

Bunlar önemli değil de bana yapsınlar kardeşim, bana yapsınlar da polis, kendini yetiştiren öğretmeni coplamasın. Tamam mı yani bana yapsın. Polis, vatandaşın inancına, yaşam tarzına göre iş ve işlem yapmasın. Polis, vatandaşına tuzak kurmasın. Tuzak dediğim, hız tuzağı, vesaire. Örneğin, ikaz olmadan "Bu yolda radarla hız kontrolü vardır." yazısı olmayan yere polis tuzak kurmasın.

Polis, inancına göre teşkilat içinde kümelenmesin, örgütlenmesin. Bunu, tekrar altını çizerek söylüyorum: İnancına göre, Emniyet Genel Müdürlüğü içinde, teşkilatlanma ve yapılanma olmasın. Polis, insan haklarının uygulamadaki en temel koruyucusu ve sağlayıcısı iken en temel insan haklarını ihlal etmesin. Polis, hak arama mücadelesine saygılı olsun. Polis, vatandaşına saygılı olsun. O polis, hükûmetin emrinde değil, o polis, vatandaşın, milletin emrindeki polis olduğunu hiçbir zaman unutmasın.

Değerli milletvekilleri, kanunun ikinci faslı da Millî Eğitim Bakanlığına verilen kadrolarla ilgilidir. Şimdi, bilinmeli ki öğretmenlik mesleği, eğitim sistemiyle ilgisi olan, sosyal, kültürel, ekonomik, bilimsel ve teknolojik boyutlara sahip alanlarda özel uzmanlık, bilgi ve beceriyi temel alan, akademik çalışma ve mesleki formasyona dayalı profesyonel statüde bir çalışma alanıdır, öğretmenlik böyle bir şeydir. Yani sizin yaptığınız gibi, vekil, ücretli, kısmi zamanlı, usta, öğretici, sözleşmeli, kadrolu gibi kategorize edilecek bir alan değildir, inşaat müteahhitliği değildir öğretmenlik, inşaat taşeronluğu değildir.

Sayın milletvekilleri, şimdi, sizin, bizim, hepimizin sistemdeki mevcut bütün öğretmenleri derhâl kadroya geçirmek gibi bir görevimiz var. 1 Temmuza kadar Meclisi çalıştıralım diye geceyi sabaha katıyorsunuz burada. Şu Hükûmetin 1 Temmuza kadar yapması gereken bir tane iş varsa, öncelikle Bakanlıktaki sözleşmeli, ücretli öğretmenlerin tümünü kadroya geçirmektir. Öğretmenlerin köy, ilçe, il, bölge esaslı özlük ve ekonomik haklarını temin edecek yeni bir teşkilat kanunu derhâl çıkarılmalıdır.

10 Haziranda 10 bin öğretmen atandı. Kamuoyu, Millî Eğitim Bakanlığı 10 bin tane yeni öğretmen aldı zannetti. Bakan burada yok, müsteşarı var. 10 Haziranda sisteme yeni giren öğretmen sayısı kaç, biliyor musunuz? 1.799. Ama siz bunu millete 10 bin tane öğretmen aldık diye yutturmaya çalışıyorsunuz. Bu ayıp değil mi?

Şimdi, tıpkı kasım ayında olduğu gibi, ağustosta atama yapılacak. Ağustosta yaklaşık 30 bin öğretmen atanacak. Ne olacak? Sisteme 3 bin tane yeni öğretmen girebilecek mi? Hayır. Sistem içindeki sözleşmeli öğretmenler, puanları yüksek olduğu için, kadrolu olarak oraya geçecek. Ama siz diyeceksiniz ki: "Haa, bak, Hükûmet 30 bin tane öğretmen aldı, aferin!" Demez bu millet size "aferin", artık herkes her şeyi biliyor Sayın milletvekilleri.

Türkiye Cumhuriyeti'nde çalışma barışının, meslek doyumunun en çok olduğu, en yaygın, en güzel olduğu yer Öğretmenler Odası idi size kadar. Sizle birlikte Öğretmenler Odasına da okullara nifak, fitne, fesat sokuldu.
Ben okul müdürüyken bir odayı sigaralı bölüm, bir odayı sigarasız yapmıştım. Şimdi onlar, bir tarafta kadrolu öğretmenler bir odada oturuyormuş, bir tarafta sözleşmeliler. Ya ayıp bu günah. Ee günah...

TAHİR ÖZTÜRK (Elâzığ)
- Şimdi beraber oturacaklar.

ENGİN ALTAY (Devamla) - Oturmuyor, yalan söylemeyin. Şimdi hiç beraber... Söyleyeceğim...
Şimdi bakın, sözleşmeli öğretmenler için Sayın Millî Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu 13 Mart 2010 tarihinde yaptığı açıklama diyor ki: Maliye Bakanlığından onay alındığını, kadroya geçiş taslağının da hazır olduğunu, ilk Bakanlar Kurulu toplantısında onaylanacağını, Türkiye Büyük Millet Meclisine geleceğini ve Meclis tatile girmeden nisan ya da haziran ayında yasalaşıp uygulamanın başlayacağını ifade ediyor. Kim ediyor? Nimet Çubukçu. Kimdir bu? Türkiye Cumhuriyeti 60'ıncı Hükûmetinin Millî Eğitim Bakanıdır.

Aynı sözleri Hüseyin Çelik de 27 Aralık 2008'de söylemiş. "3'üncü bölgede üç yılı dolan, üç yıl çalışan otomatik kadroya geçecek." demiş. Hüseyin Çelik kim? AKP'nin ikinci Genel Başkan Yardımcısı. Ben şimdi bir milletvekili olarak, milletin vekili olarak milletin kürsüsünden milletime sesleniyorum: Kim millete doğru söylüyor? Kim kimin gözünün içine baka baka milleti enayi yerine koyuyor? Herkesi kör, âlemi sersem zannediyor? Milletin öğretmen adaylarının, sözleşmeli öğretmenlerinin takdirine bırakıyorum.

Sayın milletvekilleri, Millî Eğitim Bakanı diyor ki ya da AKP Hükûmeti diyor ki ya da AKP sözcüleri diyor ki: "Sözleşmeli öğretmenle normal kadrolu öğretmen arasında hiçbir fark yoktur." Şimdi -zamanım çok azaldı- sözleşmeli öğretmenlerin isteğe bağlı tayin hakkı yok, asker öğretmen olarak görev yapma hakkı yok, yönetici olma hakkı yok, kıdem ve derece alma şansı yok, sağlık güvencesini doksan iş günü çalışmadan elde etme şansı yok, çalıştığı okulda hastalanırsa millî eğitim müdürlüğüne gitmeden hastaneye gitme şansı yok. Sözleşmeli öğretmenin İLKSAN'a üye olma hakkı yok, ek ders ücretlerinden SSK kesintisi yapılıyor, dil tazminatından yararlanamıyor, çocuk ve eş yardımı alamıyor, öğrenim durumundan özre bağlı tayin isteme hakkı yok. Sözleşmeli öğretmen hem öğretmen hem öğrenci, bir yandan KPS'ye hazırlanıyor. Beş yıllık sözleşmeliyle...

Başkanım, bana üç dakika verir misiniz? Bak, siz de eğitimcisiniz, bitiriyorum.
Beş yıllık sözleşmeli öğretmen ile bir günlük sözleşmeli öğretmen aynı maaşı alıyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ENGİN ALTAY (Devamla) - Sayın milletvekilleri, hiçbir meslek grubunda olmayan bir anlayış ve yaklaşım. Her an iş kaybetme duygu ve psikolojisi içinde bir öğretmenin sınıfta başarılı olma şansı var mıdır? Öğrenciler öğretmenlerle dalga geçiyormuş "İnşallah kadrolu olursun." diye. Yani öğretmeni böyle maskara yapmaya Millî Eğitim Bakanlığının hakkı var mı sayın milletvekilleri?

Şimdi, arkadaşlar, kamuoyuna bir yanlış sunuluyor bugün. 70 bin öğretmen falan alınmıyor. Şimdi, tasarıda da var, bakarsınız. 38 bin civarında boş kadro var, 38 bin. Şimdi, bunu doldurmak için kadro lazım yani alınacakları 40 bin civarında Hükûmet tasarlamış "40 bin kişi alalım." demiş. Boş kadro 38 bin, 40 bin alınacak, 1.500 küsur açık var ama ileriki yıllar da düşünülerek Plan Bütçeden 70 bin geçti Millî Eğitim Bakanlığına verilen kadro.
Türkiye bilsin ki AKP Hükûmeti, bu dönem 10 bin haziranda, 30 bin ağustosta olmak üzere 40 bin öğretmen alacaktır. Yine Türkiye bilsin ki bu 40 bin öğretmenin 37 bini, bilemedin 36 bini sistem içindeki öğretmen olacaktır yani dışarıdan, sistem dışından 40 bin kişi sisteme giriyor değil.

Şimdi, zamanım azaldı, konuşulacak çok şey var ancak Hükûmete, iktidar partisinin çok değerli milletvekillerine ve tabii muhalefet partisine sesleniyorum: Sayın milletvekilleri, boş kadro 38 bin olabilir. Millî Eğitim Bakanlığının kendi denetim raporları "144 bin öğretmen ihtiyacı var." diyor. Gelin bunu tamamlayın. Bunu tamamlamanız için elinizden bağlayan yok, önünüze çıkan yok, elinizi tutan yok. Türkiye bu kadarcık sorunu çözemeyecek kadar cılız, küçük bir ülke değildir. Her vesileyle hava atıyorsunuz, atıyoruz, belki biz de iftihar ediyoruz, dünyanın en büyük 16'ncı ekonomisine sahibiz diyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN
- Konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.

ENGİN ALTAY (Devamla) - Senin okulunda öğretmenin yok, sen dünyanın 16'ncı değil, 1'inci hacmen büyük ekonomisine sahip olsan ne yazar! Yani demişler ya "Adın bilmem ne, soyadın Mülayim. Sert olsan ne yazar!" Yani Hükûmetin bu konuda biraz daha duygularını depreştirmeye çalışıyorum aslında ama Hükûmet bizi dinlemiyor.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Dinliyor, dinliyor, can kulağıyla dinliyor.

ENGİN ALTAY (Devamla) - Hükûmet kıblesini çevirmiş sağa sola, başka işlerle meşgul.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Can kulağıyla dinliyor, haberin yok senin.

ENGİN ALTAY (Devamla)
- Türkiye'nin çocuklarına bu zulmü reva göremezsiniz. Türkiye'nin çocuklarını öğretmensiz bırakmaya hakkınız yok. Bir yanda ihtiyaç var, bir yanda yetişmiş kadro var. Yani un da var, helva da var -bizim Genel Başkanımızın söylediği gibi- ama nedense bir ustadan mahrum bir Türkiye'deyiz. İnşallah ustaya kavuşacağımız günler de yakındır.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN -
Teşekkür ederim Sayın Altay.