AĞRI DAĞI ÜNİVERSİTESİNİN ADININ DEĞİŞİTİRİLMESİ

Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/478) (S. Sayısı: 93) (x)

BAŞKAN - Komisyon? Burada.

Hükûmet? Burada.

Komisyon Raporu 93 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde gruplar adına ilk söz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Sinop Milletvekili Sayın Engin Altay.

Buyurun Sayın Altay. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA ENGİN ALTAY (Sinop) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 93 sıra sayılı Kanun Tasarısı'nın tümü üzerinde Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini açıklamak üzere huzurunuzdayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, bu kanun tasarısıyla, geçtiğimiz aylarda Meclisimizce kurulan Ağrı Dağı Üniversitesinin adını, Hükûmet, İbrahim Çeçen Üniversitesi olarak değiştirmeyi Meclisimize teklif ediyor. Ancak talihsizlik şuradadır ki, bu tekliften önce Sayın Hükûmet, Sayın İbrahim Çeçen'le, onun sahip olduğu holdingle, 2 Temmuz 2007'de yani 22 Temmuz seçimlerinden tam yirmi gün önce bir protokol yapmış.

Sayın İbrahim Çeçen'in eğitime yaptığı, yapacağı katkılardan dolayı, ben bir eğitimci olarak, kendisine huzurunuzda, milletimizin huzurunda da teşekkür etmeyi bir borç biliyorum. Ancak Sayın Millî Eğitim Bakanımız, Meclisin yetkisini, Meclisin uhdesinde olan bir hususu bundan bir yıl önce 2/7/2007'de bir protokolle elimizden almıştır. Şimdi, tam tabirle, Meclisin yetkisini, elimizden aldığı yetkiyi bize tasdik ettirmek istemektedir.

Sayın milletvekili, tasarıda, sıra sayıya bakarsanız karşı oy yazımızda buna niye karşı olduğumuzu bütün gerekçeleriyle anlattık. Şimdi, yürütme, yasama adına taahhütte bulunamaz. Bu yanlıştır. Son günlerde Türkiye'de yasama, yürütme, yargı üçgeninde, zaten hiç olmaması gereken yoğun bir trafiği yaşıyoruz ama bu vesileyle söylemek isterim ki yürütmenin, şu yüce Meclisin uhdesinde bulundurduğu yasama yetkisini bu şekilde gasp etmesini doğru bulmuyorum. Şimdi, Sayın Bakanıma soruyorum: Sayın Bakan, ola ki bu Mecliste bu tasarınız reddedilirse ne yapacaksınız? Hükûmet mahcup olacak, attığı imzanın altında kalacak. Bu doğru değildir değerli milletvekilleri. Kaldı ki protokolle, üniversitenin kampüs alanında yer alması gereken akademik, idari ve sosyal tesis binalarının şirket tarafından yaptırılıp rektörlüğe devri öngörülmüştür. Bahse konu rakam 100 milyon dolardır.

Şimdi değerli milletvekilleri -komisyonda da belirttik- bu konuya çok makul bakmıyoruz. Çok makul değil, hiç makul bakmıyoruz. Üniversiteler yerel değildir. Esasen ulusal bile denemez. Üniversite, uluslararası bir pozisyondadır. Nitelik ve işlevi böyle algılanmalıdır. Üniversite diplomasıyla ilköğretim okulu diplomasını, ortaöğretim kurumları diplomasını bir tutmak kabul edilemez. Bir ilköğretim okuluna bir hayırseverin adını verelim, bir ortaöğretim kurumuna bir hayırseverin adını verelim, bunda bir engel yok. Ama bir üniversiteden bahsediyoruz: "İbrahim Çeçen Üniversitesi." Bakın, Türkiye'de bu konuda iki örnek vardır, yaşarken üniversitelere ismi verilen iki örnek vardır. Bunlardan birisi hâlen yaşayan, Allah uzun ömür versin, Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'dir, birisi de merhum İzzet Baysal'dır. Ama İzzet Baysal her şeyini Bolu'ya ve oradaki üniversiteye vakfetmiştir, teslim etmiştir, feda etmiştir. Bolu'da doğan bir insan doğarken İzzet Baysal'ın kurduğu doğumevinde doğar, onun kurduğu üniversiteden hayata atılır.

Şimdi, Sayısal Loto 14 trilyon verdi. Bana çıksa, al şu parayı Sinop Üniversitesinin adını Engin Altay üniversitesi yap, doğru değil.

MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Bursa) - Siz de kurun.

ENGİN ALTAY (Devamla) - Doğru değil... Doğru değil...

Şimdi, bunun dünyada çok örneği yok. Kaldı ki, Türkiye'de de söylediğim iki istisna dışında örneği yok. Daha yatırımları yapılmamış, yapıldıktan sonra... Bakın, ben Sayın Bakana, sayın Hükûmete, yüce Meclise teklif ediyorum, bu işte şöyle bir makuliyet bulunabilir: Sayın Çeçen kampüsü yapsın, fakülte binasını, sosyal tesisini yapsın ve nasıl ODTÜ'nün girişi varsa, Hacettepe'nin, Beytepe'nin girişi varsa Ağrı Dağı Üniversitemizin kampüs girişine de İbrahim Çeçen kampüsü densin, bunda bir engel yok.

İbrahim Çeçen üniversitesi... Yarın birisi derse ki, Ağrılı bir iş adamı derse ki: "Kardeşim, ben 150 milyon dolar vereceğim." Onun adını mı vereceksiniz?

ABDULKERİM AYDEMİR (Ağrı) - Başka bir üniversite kurarız.

CEMAL KAYA (Ağrı) - Başka üniversite kuralım.

ENGİN ALTAY (Devamla) - Hayır, birisi de çıktı dedi ki: Kardeşim benimki... Yahu böyle bir şey olabilir mi? Yükseköğretim bu kadar sulandırılamaz.

Sayın Çeçen'e Allah uzun ömür versin, sağ. Kaldı ki, yani insan hayatında -insan beşer, şaşar- toplumca çok tasvip edilmeyecek bir iş ve eylemin içine girdiğini varsayalım. İsmi geri mi alacağız?

YAŞAR ERYILMAZ (Ağrı) - Geri alalım.

ENGİN ALTAY (Devamla) - Böyle şey olur mu değerli arkadaşlar? Ciddi bir iş konuşuyoruz sayın milletvekilleri, bir üniversitemizden, bir ilimizden bahsediyoruz.

Şimdi, devlet üniversitelerinde tarihimize ve kültürümüze mal olmuş kimselerin isimleri verilmiştir. İşte İsmet İnönü Üniversitesi, Celal Bayar Üniversitelerimiz vardır. Ancak parayı basana üniversite ismi vermek, üniversitenin ruhuna, misyonuna da uygun değildir.

Şimdi, buradan anlaşılıyor ki AKP'nin yükseköğretime bakışı biraz sağdan biraz da sığ bir bakıştır. Yükseköğretim ciddi bir iştir. Yükseköğretimi de imam hatipleştirme arzusu içinde olduğunuzu zaten biliyoruz. Bu konuda Meclisimizce yapılan Anayasa'nın 10'uncu ve 42'nci maddelerindeki değişikliğin ülkeyi nasıl bir kaos ortamına soktuğunu biliyoruz. Türbanı üniversiteye sokmanız, sayın milletvekilleri sokma çabanız Türkiye'yi germiştir. Bu gündeminizle milletin,

 

vatandaşın ve devletin gündemi düşmüştür. Yargı, yürütme ve yasama organları arasında bir savaş, bir kaos ortamı yaşanır hale gelmiştir. Bunlar doğru şeyler değildir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Meclisimizce yaptığımız, hep beraber yaptığımız kanunlarla bugün 94'ü devlet, 33'ü vakıf olmak üzere 127 tane üniversitemiz var. Ancak, son on yılda lise mezunları sayısında yüzde 100'lük bir artış var. Üniversite sayımızda da ciddi bir artış var ama kontenjan artışlarında yüzde 20'lerdeyiz, kaldı ki, o da tartışmalı bir konudur.

Şimdi, tabii bu neyle ilgili? Bu iki şeyle ilgili: Yükseköğretime ayırdığınız bütçeyle ilgili ve bu bütçeye de dayalı olarak hem fiziki kapasite, ekipman, donatım bakımından büyük bir zafiyet içinde yükseköğretim sistemimiz hem de akademik kadro bakımından büyük bir zafiyet içinde.

AKP zihniyetine göre yeni üniversite deyince, yeni fakülte, yeni idari kadro, yeni akademik kadro, yeni kampüs, yeni yurt değil, size göre, akla gelen sadece tabela çakmaktır. Bu anlayış doğru bir anlayış değildir. Bu anlayışla Türkiye'de yükseköğretim sistemimiz kesinlikle istenilen bir noktaya getirilemez.

Bakın, dün rektör seçimleri vardı, sonuçlandı. Tabii, mevcut sisteme göre bu süreç yürüyecektir. Bundan çok kuşku duymuyorum, ama çok Müslüman rektörlerle...

MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Bursa) - Hıristiyanı da mı var?

ENGİN ALTAY (Devamla) - ...yeni arka bahçeler yaratma arzusu içinde yanıp tutuşan bir YÖK Başkanı bugün burada yok. Herhâlde YÖK Başkanı zakkum çiçeği toplamaya mı gitti, ne yaptı? Daha önce ben bu Parlamentoda "Evlere şenlik bir YÖK Başkanımız oldu." demiştim. Şimdi anlaşılıyor ki, YÖK Başkanımız sadece evlere şenlik değil, kulislere şenlik, ibretiâlem bir YÖK Başkanıyla karşı karşıyayız. Biraz sonra niye böyle söylediğimi söyleyeceğim. Ama Yükseköğretim Kuruluyla ilgili bir kanun görüşüyoruz. Eski YÖK Başkanı olmadığı zaman kıyameti koparıyordunuz, şimdi bakıyorum hiç sesiniz çıkmıyor.

Şimdi değerli milletvekilleri, yeni üniversitelere ödenek vermediniz. Küçük illerin, Sinop dâhil, Hakkâri dâhil, Bayburt, Gümüşhane, Yalova dâhil, bütün küçük illerin umutlarıyla oynadınız. Sizin yaptığınız umut tacirliğidir. Hele bunu eğitim üzerinden yapmak, ayrıca bir gaflettir, belki dalalettir.

Şimdi bakın, 2008 bütçesinde, burada hep beraber yaptığımız bütçede on yedi yeni üniversiteye bu Meclis 150 trilyon ödenek ayırdı. Sayın milletvekilleri, daha çok olmasını isterim, ama Uludağ Üniversitesinin sadece bütçesi 166 trilyon! Şimdi, bu, Allah'tan reva mı?

MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Bursa) - Reva tabii, onun öğrenci nüfusu kaç?

ENGİN ALTAY (Devamla) - Allah'tan reva mı? Bu adalet mi? Böyle bir adalet anlayışı olabilir mi?

ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) - Onun öğrenci sayısı kaç, ona bakın.

ENGİN ALTAY (Devamla) - Yani, bir partinin tabii adında "adalet" kelimesinin geçmesi, o partinin adaletle ilintili olduğu anlamına gelmez.

Millî eğitim bütçesi içinde yüksek öğretim payı, bakın, devraldığınız Türkiye'de yüzde 25. Size bu millet Türkiye'yi teslim ederken, Millî Eğitim Bakanlığı bütçesinin içinde yükseköğretimin payı yüzde 25. Aradan geçen altı yıl sonra geldiğiniz bu noktada otuz iki de yeni üniversite ilave etmişken sizin Millî Eğitim Bakanlığı bütçesi içinde YÖK payınız, sayın milletvekilleri, maalesef yüzde 25'ten yüzde 19'a düşmüştür. Bu caiz midir, doğru mudur, mantıklı mıdır? Hangi matematik kuralıyla ya da eğitim kuralıyla ya da -Muharrem burada- fizik kuralıyla falan bu açıklanabilir mi, böyle bir şey olabilir mi? Orantı diye bir şey var. Ama orantıdan anladığınız, 1 Mayısta İstanbul Valisinin orantı anlayışıysa ben ona bir şey diyemem!

Sayın milletvekilleri, ülkemizdeki seçilmiş ve atanmış yöneticilerde aranması gereken nitelik ve vasıflar maalesef iktidarınızla birlikte yok sayılmıştır. Nitelik, vasıf, ehliyet, liyakat, AKP hükümetlerinin yok saydığı, ortadan kaldırdığı ama devlette esas ve temel olan unsurlardır. Şimdi bu Hükümetin bir tane aradığı şey var, o da zihniyet birliği. Zihniyet birse mesele yok, ona devletin her türlü kurumu, kademesi teslim edilebilir! Yok, zihniyet bir değilse, sen dur! Nerede dur? Bana yakın değilsen, yani benim sempati duyduğum tarikata yakın değilsen, başka bir tarikata yakınsan örneğin, şurada dur! Yok, sen benim bütün olarak partime yakın değilsen ta orada dur! Yok, bana karşıysan, ananı, yedi sülaleni de al, nereye gidersen git anlayışı, sizin hükümet etme anlayışınızın temelidir sayın milletvekilleri!

MEHMET NİL HIDIR (Muğla) - Ayıp oluyor ayıp! Sana hiç yakışmıyor.

ENGİN ALTAY (Devamla) - Bunlar realite.

Şimdi, geçen dönemde ben... (AK Parti sıralarından gürültüler) Efendim, ben bu partide herkes böyle demiyorum. Bu partide, inanıyorum ki, benim gibi düşünen, Türkiye'nin çağdaş yüzünün değişmesini istemeyen de çok değerli milletvekilleri vardır.

MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Bursa) - Senin gibi düşünenlerden Allah korusun!

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri...

ENGİN ALTAY (Devamla) - Ama benim gibi düşünmeyen sayın milletvekillerimizin olduğunu ben biliyorum.

ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) - Sevgi tarikatına bağlı milletvekilleriniz var.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen...

ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) - Sevgi tarikatından bahset.

ENGİN ALTAY (Devamla) - Bizim İç Tüzük'ün 157'nci maddesi şimdi Sayın Başkanın size işlem yapmasını gerektirir.

Şimdi, değerli arkadaşlar, bu Türkiye'nin bir çizilmiş rotası vardır, hiçbir koşulda bunun değişeceğine ben ihtimal vermek istemiyorum. Böyle arzular taşıyanlar olabilir.

M. YILMAZ HELVACIOĞLU (Siirt) - Kimsenin değiştirmeye niyeti yok.

ENGİN ALTAY (Devamla) - Söylemleriyle, eylemleriyle bu konuda bir yol haritası kendine çizmiş olanlar olabilir, gizli ajandaları olanlar olabilir, ama bu cumhuriyet, laik, demokratik nitelikleriyle; bu devlet, sosyal ve üniter yapısıyla; bu millet, böyle ayakta durdukça bir ve beraber olarak, hiç şüpheniz olmasın, hep beraber sonsuza kadar bunu yaşatacağız ve Türkiye'nin çağdaş yüzünü kesinlikle ve kesinlikle karartmayacağız.

Bugünlerde bir güneş modasıdır gidiyor. Elbette güneş birçok şeyin sembolüdür, ama değişme ve yenileşme birbirine karıştırılmamalıdır. Her değişim, doğru değişim değildir, değişme geriye dönük de olabilir. "Biz değişim partiyiz" diyerek ileriyi hedef göstermiyor olabilirsiniz ya da "ben değişimden yanayım" diyen birisine, o insana "evet, bu ileriye, çağdaşlaşmaya, aydınlanmaya gidiyor" diyemeyiz, değişim geriye de dönük olabilir. Onun için, biz yenileşmeden tarafız. Yenileşme her zaman ileriye, aydınlığadır.

Sayın milletvekilleri, şimdi bakın, değerli arkadaşlar, üniversiteleri konuşuyoruz. Bu Meclis üniversiteye türbanı sokmaya kalktı. Şimdi ben soruyorum: Bin yıldır...

ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) - Türbanda ne var bu kadar?

ENGİN ALTAY (Devamla) - Ben şimdi söylüyorum.

Bin yıldır bu topraklarda yaşayan insanlar Müslüman değil mi?

HÜSEYİN DEVECİOĞLU (Kilis) - Takiye yapma.

ENGİN ALTAY (Devamla) - Müslüman mı? Şimdi, 1969'a kadar Türkiye'de birisi gelip de -iktidar partisinden ya da başka partilerden- burada "Ey ahali, ey milletvekilleri! Biz 1969'a kadar Müslümanlığı yanlış yaşamışız, Allah bizi affetsin. Şimdi bunun doğrusunu bulduk. Bu türban olmazsa İslam olmaz, Müslüman olunmaz." diyecek bir babayiğit varsa gelsin, burada söylesin, biz dahi hepimiz onu kabullenelim.

ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) - Onu Deniz Baykal söyler!

ENGİN ALTAY (Devamla) - Şimdi, şunu söylüyorum...

HÜSEYİN DEVECİOĞLU (Kilis) - Konuya gel, konuya!

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri...

ENGİN ALTAY (Devamla) - Şimdi, konunun tam içindeyim. Üniversite ve türban Türkiye'nin temeli... Temel konusu, gündem!

Şimdi, bakın beyler...

SELAMİ UZUN (Sivas) - Başsavcı seni dâhil etti galiba!

ENGİN ALTAY (Devamla) - Şimdi, baş örtüsüyle türbanı bir görmek doğru değildir. Bana göre bu bizim geleneklerimizde, bin yıllık geleneğimizde var olan baş örtüsüne de yapılabilecek en büyük hakarettir.

ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) - Baş örtüsü üzerinden siyaset yapma!

ENGİN ALTAY (Devamla) - Şimdi, burada olması gerekip olmayan Yükseköğretim Kurulu Başkanımız Sayın Yusuf Ziya Özcan'dan biraz bahsetmek istiyorum, çünkü öyle anlaşılıyor ki, dün burada söyledikleri Türkiye'de epey tartışılacak. İnsan, kasdını aşan ifade kullanabilir, sürçülisan edebilir ama bunun Yükseköğretim Kurulu Başkanı olmuş bir profesör, Türkiye'nin yükseköğretimini tanzimden, koordinasyondan sorumlu bir profesör, devlet protokolünde -yanlış bilmiyorsam ilk 10'da- olan bir profesör yapıyorsa, sizin de bir şeyi düşünmeniz lazım. Bu aslında atamadan hemen sonra görülmüş. Bir bürokrat Maliye Bakanımıza "YÖK'te ne güzel şeyler oluyor. YÖK Başkanı iyi konuşuyor. Hava değişti." diyor. Maliye Bakanından cevap: "İsterse söylemesin!" Sayın YÖK Başkanı atandıktan on beş gün sonra Sayın Başbakan YÖK Başkanına -bir demecinden sonra uyarmak zorunda kalıyor Sayın Başbakan- diyor ki: "Aman Hocam, dikkatli ol. İpimizi çekerler." Bir ülkenin Başbakanı Yükseköğretim Kurulu Başkanına bunu söylüyor. Şimdi, ne demek bu? Bu ne demek? "İpimizi çekerler." ne demek? Başbakan nerede? Yükseköğretim Kurulu Başkanı nerede? Bu ne demek sayın milletvekilleri? Bu kabul edilebilir mi?

Şimdi, aynı YÖK Başkanı, bakın, 2008'in ocağında bir demeç veriyor, "Üniversitelerimizin önündeki yığılmanın nedeni lisans eğitiminin parasız olmasıdır." diyor. Pes! Yüz kere pes! Türkiye'de parasız yükseköğretim var mı? Yok. Bunu en iyi bilmesi gereken kim? YÖK Başkanı. Adamın Türkiye'de lisans eğitiminin, hatta ön lisans eğitiminin paralı olduğundan, bir harç alındığından ve kendisi atanana kadar bu harcın tam yüzde 400 artırıldığından haberi yok. Sizin teslim aldığınız Türkiye'den bugün getirdiğiniz Türkiye'ye, yükseköğrenim öğrenci harçları yüzde 400 artmıştır.

M. MÜCAHİT FINDIKLI (Malatya) - Kim artırdı? Biz mi artırdık?

ENGİN ALTAY (Devamla) - Hayalî başbakan artırmadı! Hayalî Hükûmet... Siz artırdınız. Hükûmetiniz artırdı. Ben mi artırdım?

M. MÜCAHİT FINDIKLI (Malatya) - Öyle mi zannediyorsun?

ENGİN ALTAY (Devamla) - Şimdi, sayın milletvekilleri, Sayın YÖK Başkanı Özel Kalem Müdürü alsın, güzel...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Bir dakika ekliyorum.

Tamamlayın lütfen.

ENGİN ALTAY (Devamla) - Bakın, 21-28 Nisan Ebeler Haftası. Ben de seçim bölgem Sinop'taki bütün ebe hemşirelere tebrik yazdım, onlara minnettarız. Ebeler kutsaldır, ebelik kutsaldır ama Yükseköğretim Kurulu Başkanının Özel Kalem Müdürlüğünü, Allah aşkına, soruyorum, bir ebe yapabilir mi? Olabilir mi bu? Eh, yani "Zina yapan hapisle cezalandırılsın" diye teklif eden bir profesör Danışma Kurulu Üyesi. Yani, bunları saymakla bitiremeyiz ama bir şey var ki Basın Müşavirinin görevine son vermeseydi YÖK Başkanı, dün, buralarda bu bu "zıkkım, zakkum" hatalarını yapmazdı. Hülya Aydoğan'ın görevine son vermeseydi dün yaşanan trajedi, rezalet burada yaşanmazdı. Bunu da belirtmek istiyorum.

Sayın Milletvekilleri, bu tasarıya karşıyız. Süre bittiği için kalan kısımları inşallah bir başka sefere konuşuruz.

Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Altay.