Türk DİLİ Komisyonu Açılması hakkında

25.12.2007

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Sinop Milletvekili Engin Altay. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA ENGİN ALTAY (Sinop) - Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ben de idrak ettiğimiz Kurban Bayramı'mızın hem sizlere hem milletimize kutlu olmasını, hayırlı olmasını temenni ediyorum.

Yine, ölümünün 34'üncü yılında Batı Cephesi Komutanı, Lozan Fatihi, Türkiye Cumhuriyeti'nin 2'nci Cumhurbaşkanı ve partimin 2'nci Genel Başkanı İsmet İnönü'yü rahmetle, minnetle anıyorum. Çok iyi İngilizce bilmesine rağmen İsmet İnönü, hiçbir uluslararası toplantıda İngilizce konuşmamıştır, Türkçe konuşmuştur.

Sayın milletvekilleri, Türkçedeki bozulma ve yabancılaşmanın araştırılarak Türk dilinin korunması ve geliştirilmesi için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla grubumuzca verilen Meclis araştırması önergesi üzerinde söz aldık. Malum, içinizden anımsayan arkadaşlar olur. Geçen dönem de Parlamentomuz bu konuya bir duyarlılık göstermiş ve 22'nci Dönem Parlamentomuzda Sayın Ekrem Erdem Başkanlığında bir komisyon çok ciddi bir çalışma yapmış idi. Ama yaz sıcağına apar topar getirilen seçimler nedeniyle Komisyon çalışmaları, raporu görüşülemediği için kadük kaldı, hükümsüz kaldı ve bir duyarlılıkla hem partim hem diğer partilere mensup milletvekilleri bu konuyu tekrar 23'üncü Dönem Parlamentosunun gündemine taşıdılar.

Yalnız, ben Sayın Bakanı dinlerken şaşırdım. Yani bir ülkenin Milli Eğitim Bakanı dilimizdeki bu yozlaşma, kirlenme, yabancılaşmayla ilgili olarak çok kesin bir ön kabul, peşin bir kabulle diller arasında alış verişin çok doğal olduğunu, her zaman bunun olabileceğini, buna da ayak uydurmak gerektiğini falan söyledi. Yani, şimdi, Sayın Bakanın biraz önce burada yaptığı yirmi üç dakikalık sunuşta, tıp diliyle şöyle bir durum var: Çok bariz bir kanser hastası var ortada, Sayın Bakan da doktor ve teşhisi grip. Dilimizle ilgili, Sayın Bakanın yirmi dakikada yaptığı sunuştan benim anladığım budur değerli milletvekilleri.

Şimdi, konu Türk dili olunca, tabii ki, Karamanoğlu Mehmet Bey'i rahmetle, minnetle ve biraz da mahcubiyetle anmak lazım. Karamanoğlu Mehmet Bey 13 Mayıs 1277'de bir fetvayla Türkiye'de, bu coğrafyada Türkçeden başka bir dil kullanılamayacaktır demiş ve çok açık bir tanım yapmış.

AVNİ ERDEMİR (Amasya) - Fermanla...

ENGİN ALTAY (Devamla) - Fermanla evet.

Demiş ki: "Bugünden geru divanda, dergâhta, bargâhta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka dil kullanılmayacaktır." Ne güzel söylemiş. Mekânı cennet olsun.

Büyük Atatürk de aynı hassasiyeti göstermiş, malum, önce 1 Kasım 1928'deki harf devrimimizle ve sonra 12 Temmuz 1932'de kurduğu Türk Dil Kurumuyla dilin önemini bir Cumhurbaşkanı olarak, mesaisinin büyük bölümünü de bu işe ayırarak bize göstermiştir ve söylemiştir ki: "Türk ulusundanım diyen insanlar her şeyden önce ve mutlaka Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan Türk kültürüyle, toplumuyla ilişiğini sav ederse buna inanmak doğru olmaz."

Evet, Karamanoğlu Mehmet Bey ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk dilimize verdikleri önemleri, yaptıkları icraatlarla ortaya koymuşlardır.

Değerli arkadaşlar, Sayın Bakan bir parça rahat. Ben çok rahat değilim. Bakın, otoriteler, 21'inci yüzyılda dünyada kullanılan dillerin yüzde 50'sinin kaybolacağını, yok olacağını iddia ediyor. Kaybolur kaybolmaz bilmem, ama bunlar iddialar. Şimdi, Türkçenin yok olmasını elbette düşünemeyiz, bu mümkün değildir ama bir gerçek var ki, yani dilimiz, hızla yozlaşan, sulandırılan, kirlenen bir hâl aldı ve ne yazık ki, ne yazık ki, bu yozlaşma kamuda ve Millî Eğitim Bakanlığında da kendini fazlasıyla gösteriyor, sıkça gösteriyor.

Değerli arkadaşlar, dilimizin, Sayın Bakanın da söylediği gibi -biz her şeye peşinen "olmaz" demiyoruz tabii- geçmişte, Arapçadan, Farsçadan, Fransızcadan etkilendiği bir vakıadır, o günün koşulları içinde belki de bir zarurettir, ama şimdi, özellikle günümüzde, gereksinim dışı olarak, Avrupa dillerinden, özellikle İngilizceden etkilenmekten ziyade İngilizceden kirlenen bir dilimiz var sayın milletvekilleri, bunu görmemiz lazım.

30


Şimdi, Türkiye'de şu tartışma ben yüksekokulda okurken de yapılırdı: Efendim, eski Türkçeciler, öz Türkçeciler, konuşan Türkçeciler. Doğrusunu isterseniz, ben o günkü öğrencilik psikolojisi içinde de konuşan Türkçecilerden yanaydım, ama, bu "yana"lık -Sayın Bakan kadar ben rahat değilim- aldı başını gidiyor, ortada Türkçe kalmayacak. Onun için ben, bundan yirmi yıl önceki düşüncemi de gözden geçirmek durumunda kaldım ama, Türkiye, tabii, bu açmazdan da kurtulmalı, yani, eski Türkçe, öz Türkçe, konuşan Türkçe kargaşasından kurtulmalı; bu, çok ciddi bir iş.

Dil, her şeyimiz. Ulusları ulus yapan dört temel özellikten, dört temel ögeden birisi malumunuz dil birliğidir. Bir coğrafyada bir ulustan söz ediyorsak, o coğrafyadaki ulusun dil birliğinden, hiç şüphesiz, söz etmek durumundayız, kabul etmek durumundayız, bunu korumak durumundayız.

Şimdi bakın, dilimiz -önergede de geçti- konuşan sayısı bakımından dünyada 5'inci sırada, ama, ne talihsizlik ki, UNESCO, dünya dilleri olarak Türkçeyi tanımıyor. Bu konuda bir gayret, bir çaba var mı bilemiyorum, ama, 220 milyon insan bugün yeryüzünde güzel Türkçemizi konuşuyor. Anadolu'da hızla kirlenen, yozlaşan Türkçemizi dünyada 220 milyon insan konuşuyor.

Yaygınlığının yanında zenginliğiyle de göz kamaştıran bir dile sahibiz. Şimdi "Diller arası alışveriş hep var." dedi Sayın Bakan; doğru, vardır. Biz Arapçadan 6.464 kelime almışız, ona da 2 bin tane vermişiz. Bir örnek daha vereyim: Bakın, Bulgarcadan 19 tane almışız, 3.500 tane vermişiz. Fransızcadan 5.232 tane almışız, 1 tane vermemişiz. Rumcadan 400 tane almışız, 1 tane vermemişiz. Sırpçadan hiç almamışız, 9 bin tane vermişiz. Mesela, Yunancadan 48 tane almışız, Türk Dil Kurumu kaynaklarına göre 3 bin tane vermişiz. Yani, müthiş zengin bir dile sahibiz, başka dillere ihraç ediyoruz kelimelerimizi, ama şimdiki bu kirlenmeyi de makul görüyor Sayın Bakan. Yani, bu kirlenmenin makul görülmesi düşünülemez, kabul edilemez. Sayın Bakan bir üniversite hocası olarak bunu kabul edebilir, ben bir ilköğretim okulu öğretmeni olarak, bir sınıf öğretmeni olarak bunu kabul etmiyorum ve bu konuda Meclisimizin bu girişimini çok takdire şayan buluyorum.

Şimdi, biraz renklendirelim; 1 Türkçe kelimenin İngilizce karşılığı tam 17 kelimedir değerli milletvekilleri. Bunu, dilimizin pratikliği açısından da dikkatinize sunmak istiyorum, bilenleriniz vardır ama mutlaka bilmeyenler de var: "Afyonkarahisarlılaştıramadıklarımızdan mısınız?" Bunu söylemek için İngilizcede şöyle bir cümle kuracağız: "Are you one of those people whom we tried unsuccessfully to make resemble the citizens of Afyonkarahisar?" Böyle bir dile sahibiz, ne mutlu bize! Ama, gelin Sayın Bakan bu duyarsızlıktan vazgeçin de bu dili biraz koruyabilelim.

Şimdi, Sayın Bakan "Ben 'egemenlik' de derim 'hâkimiyet' de derim." diyor. Ama, şimdi soruyorum: Sunucunun yerine "speaker"in, tanıtımın yerine "demo"nun, dükkânın yerine "store"nin, ucuzluğun yerine "damping"in, bilgi alışının yerine "briefing"in, ilan tahtasının yerine "billboard"un, korumanın yerine "badyguard"ın, önemli haberin yerine "flash haber"in, olurun yerine "okey"in, hesap yerine "addiation"un içinize sinen bir tarafı var mı Sayın Bakanım? Bunlar olmasa daha iyi olmaz mı?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Söyledim zaten, olmamasını.

ENGİN ALTAY (Devamla) - Şimdi, tabii, bakanlarımız bunu hep yapıyor. Şimdi, Sayın Mehmet Şimşek, Anadolu Ajansı, bugün düşen metin: "Nereden gelmiş yüzde 1,5 TRT payını kaldırmışız, yüzde 5 de indirim yapmışız. Tamam mı arkadaşlar? Okey." Türkiye Cumhuriyeti'nin Bakanı basınla sohbet ederken "Okey." diyor. Sayın Bakanın İngiltere'de yaşamış olması, orada çok iyi İngilizce bilmesi iyi bir şey tabii. Ama, bir ülkenin Bakanı, ekonomisini teslim ettiğimiz Bakanı basınla böyle "Okey" diye... Bir daha söylüyor. Burada tekrar diyor ki: "Reel bazda elektrik fiyatları yüzde 70'in üzerinde aşağı düşmüş. Okey." Hoş mu?

HÜSEYİN DEVECİOĞLU (Kilis) - Zararı yok.

ENGİN ALTAY (Devamla) - Ee "hoş" diyorsanız, bu komisyonun kurulmasına ret oyu verin. Arkadaşlar, ciddi bir iş yapıyorsunuz. Bakın, şu Mecliste zaman zaman biz de geriliyoruz, biz de kastı aşan kelimeler kullanıyoruz. Dün grubumuz tarafından bana böyle bir görev verildiğinde yahu dedim, bizim de bazen işin tadını kaçırdığımız anlar oldu. İnşallah, bu da bana ders olur, hepimize ders olur, bunları yapmayız, yapmamalıyız.

Şimdi bakın "Dilimizin sorunları çok. Çok temel sorunlarından birisi argo, hurafe, küfür, müstehcen ve kaba sözlerin kullanılması." Geçen yıl kurulan Komisyonda "Sorun" başlıklarında bu cümleyi aynen böyle almış.

Şimdi Sayın Bakan da az önce "Biz 100 Temel Eseri işte bu yüzden koyduk." dedi. Eserlerin seçimine belki bir itirazımız yok. Ama, eserlerin basımı, Türkçeleştirilmesi, çevirisi, matbaalardaki tahrifatı konusunda bir Millî Eğitim Bakanı hiçbir şey yapmıyorsa ve işte, bu kitaplara böyle MEB antedi, amblemi basılıyorsa ve bu kitaplar orta yerde geziyorsa ve ben bunun içindekileri okumayı ahlaken doğru bulmuyorsam, yani çok ayıpsa, ben bunu burada söyleyemiyorsam, ama burada yazılanı ilkögretim okulu yedi yaşındaki, birinci sınıftaki çocuk, ikinci sınıftaki çocuk okuyor, önünde buluyorsa bunun savunulacak bir tarafı yoktur.

Biraz sonra oylarınızla kurulacak komisyonun yapması gereken, herhâlde, ilk iş, Millî Eğitim Bakanlığına bir yazı yazarak, bu 100 Temel Eser'i derhâl yasaklattırmaktır. Bu, Türkçenin, devlet eliyle, devletin kurumlarında, eğitim öğretim kurumlarında yozlaştırıldığına çok somut ve çok net bir örnektir.

31


Şimdi, buradan, inanın sayın milletvekilleri, şeyleri okusak yüzümüz kızarır, hanımefendiler de var, izleyenler var, yüzümüz kızarır, ben okumuyorum. Biliyorsunuz, 22'nci Dönem Parlamentosunda, bu 100 Temel Eser, diğer bazı konularla birlikte Millî Eğitim Bakanlığına bir gensoruya vesile olmuştu. O günden bu yana, Bakanlığın hiçbir gayreti olmadığı gibi, işin tadı daha da kaçırıldı, abartıldı, yeni basımlarda aksine, inadına daha değişik uygulamalara geçildi. Mesela, bir Hristiyan kız çocuğuna, işte, başörtüsü takıldı, vesair. Böyle İslami motifli temenniler kitaplarda yer aldı. Alsın tabii, ama çocukları kandırmayalım. Yani, Avrupa'da yaşayan bir kız çocuğunun böyle temennilerde bulunmadığını bu çocuk, ilköğretimin altıncı sınıfına geldiğinde kavrayacak. O zaman diyecek ki, bana küçükken yanlış kitaplar okutturmuşlar. Yani, bu konuda Sayın Bakandan ben de rica ediyorum: Bu 100 Temel Eser rezaletine, bu vesileyle bir son versin, çok basittir bu. Bir genelge yayınlar ve okullardan bu kitaplar toplatılır, gerekli ilgili yayınevlerinden, kitapçılardan da toplatılabilir. Hakikaten, sayın milletvekilleri, çok sakıncalı şeyler var burada.

AHMET KÜÇÜK (Çanakkale) - Okuma sakın RTÜK kapatır her gün TRT 3'ü.

ENGİN ALTAY (Devamla) - Okumamayım, peki, evet.

Evet, RTÜK'e de değineceğiz tabi.

Şimdi, dilimizin bir başka sorunu da sayın milletvekilleri, imla yanlışları, söyleyiş bozuklukları, deyim ve bileşik fiil yanlışları... Alıntıları çok yanlış kullanmaya meraklıyız. Anlatım bozuklukları var. Peki, bunun düzeleceği yer Meclis mi? Yani, bu şimdi söylediklerimin düzeleceği yer, okul öncesi eğitim öğretim kurumlarından başlayarak yükseköğretime kadar uzanan süreçtir, oradaki mekanizmadır. Bu konuda, Türkçenin doğru kullanılması, düzgün kullanılması, yazılmasıyla ilgili Sayın Bakanın beş yıldır ciddi bir icraatı var mı? Yok, bu da yok.

Yani, bizim okullarımız bu konuda dökülüyor, öğrencilerimiz dökülüyor. Türkçe eğitimi alan öğrencimiz yığınla hata yapıyor. Ama, bunun çok ciddi bir iş olduğu her vesileyle millî eğitim camiasında hissettirilmelidir.

Ama, bütün iş, kendi anlayışı içerisinde bir kadrolaşma anlayışı, felsefesi, okulların yöneticilerini, müdür yardımcılarını, hatta öğretmenlerini, kadrolaşarak, böyle, kendi zihniyet ve anlayışıyla götürme sevdası Sayın Bakanın bu asli işlere vakit ayırmasına sanıyorum engel oluyor. Ama, bu çok önemli bir konudur. Dilin bizle ilgili, kamuoyuyla ilgili, medyayla ilgili, ticari kurumlarla, kuruluşlarla ilgili konuları çözülebilir. Ama, eğitim kurumlarındaki bu hataların, bu yanlışların bir an önce düzeltilmesi bizzat Millî Eğitim Bakanının uhdesinde, sorumluluğundadır.

Şimdi, değerli milletvekilleri, dilimizin yozlaşmasının temel sebeplerinden birisi de basın; radyo, televizyondur. Medyamızın ismi bile -şimdi isim vermeyeyim- televizyonlarımızın, radyolarımızın isimleri bile İngilizce birçoğunun, programları öyle ve RTÜK ne yapıyor? RTÜK'ün asıl uğraşması gereken işte bu konudur. Televizyonda, radyoda temiz Türkçe kullanımı RTÜK'ün görev alanına girmiyor mu? Peki, RTÜK'ün bu konuda, bir iki istisna, çok uç şeyler dışında, biraz önce ben de burada "100 Temel Eser"den bir şey okusaydım RTÜK Meclis TV'yi de kapatır. Evet, onun için okumuyorum; Meclis TV kapanacak ama bu konuda benim bilebildiğim RTÜK'ün bir uygulamasını ben duymadım, varsa gelsinler söylesinler.

Şimdi, Türk dünyası deyip deyip duruyoruz ama Türk dünyasının dil birliği konusunda -Türk dün-yasına ağabeyliğe soyunan bir dönem- Türkiye'nin çok ciddi gayretleri var mıdır? Efendim, şu dönemde şuraya gidildi, buraya gidildi... En güzel yaptığımız işlerden birisidir sayın milletvekilleri, heyetçe bir ül-keye gideriz, orada yemeğimizi yeriz, bir iki toplantı, hadi döneriz, önemli diplomatik temas yapmış olu-ruz. Böyle değil. Bu işe çok ciddi bakılmalı. Yani, bu Türkiye Türkçesiyle sınırlı bir mesele değil. Biz 220 milyon insan Türkçe konuşuyor derken, bunun hepsi Anadolu coğrafyasında yaşayan Türkler değil ki. Dün-yanın çeşitli yerlerine dağılmış milyonlarca Türk'ten, Türk kökenli insandan bahsediyoruz. Bu konuda da bir ağabeylik, bir hamilik yapılacaksa o da Türkiye Cumhuriyeti devletine ve onun hükûmetine düşer, bu konuda da Hükûmeti ciddi bir gayret içinde görmüyoruz.

Şimdi, Türk diline, baştan da söyledim, en büyük darbe 12 Eylül faşizan askerî rejimiyle vurul-muştur ve Türk Dil Kurumu, Büyük Atatürk'ün kurduğu, kuruculuğunu yaptığı Türk Dil Kurumunun kapa-tılması, aslında, Türkiye üzerinde emelleri olan birçok kesimin de işine gelmiştir. Bir ülkeyi istila etmenin en pratik yollarından biri o ülkenin dilini dejenere etmektir. Dili bozulan ulusların tek ulus olarak ayakta kalabilmeleri de mümkün değildir. Bu anlayışla, Türk Dil Kurumu tahrip edilmiştir, kapatılmıştır. Yerine ne kurulmuş? Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu. Onu da 1993 yılında çıkan bir kanun hükmünde kararname mahkemece iptal edilmiş, orada bir sürü hukuksal boşluk var, sıkıntı var. Ne olacak böyle? Şim-di, bir komisyon yeniden kuracağız, çalışılacak, çalışılacak, burada görüşeceğiz, ilgili kurumlara ikişer satır yazı göndereceğiz ve Meclis görevini yapmış olacak. Bu görev Meclisin değildir. Meclis hükûmeti uyarmak göreviyle mükelleftir, Meclis hükûmeti denetler. Bu konuda da görev hükûmetindir. Alınması gereken bütün tedbirleri alması gereken hükûmettir. Biz, Meclis olarak hükûmete bu konuda yardımcı oluruz. Yoksa, bir komisyon kurarak bu işi bitireceğimizi falan zannetmeyelim. Bu komisyon raporları sizde de vardır, alın bakın, çok ciddi bir ön hazırlık teşkil eder bize. Yapılacaklarla ilgili bir ön hazır-lık, bir altyapı verir. Gerisi uzun bir iştir, meşakkatli bir iştir, masraflı bir iştir, mesai gerektiren bir iştir. Bunu yapmamız lazım. Bunu ulusal bağımsızlığımızın, bütünlüğümüzün korunması için de yapma-ya mecburuz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

32


BAŞKAN - Sayın Altay, konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun.

ENGİN ALTAY (Devamla) - Bu vesileyle Hükûmet umuyorum ve diliyorum ki gerekli mesajları almıştır ve temenni ederim ki Hükûmetin diğer üyeleri bu konuda Sayın Bakan kadar rahat değildir inşallah ve Hükûmet de bu konuda tedbir alır. Bütün Hükûmet üyeleri Sayın Bakan kadar rahatsa, değerli arkadaşlar, ben size söyleyeyim, Meclis, 22'nci Dönem Parlamentosu bir komisyon kurup aylarca bizim vaktimizi boşa almasın. Boşa çalışmayalım.

Bakın, şimdi, Meclisten başlayarak bütün alanlarda, bütün kurumlarda dilimizi başka dillerin, dolayısıyla başka kültürlerin istilasından kurtarmak en temel görevimizdir. Bunu yapan bir Meclis olarak tarihe geçmeyi umuyorum, hep beraber bunu yapan bir Meclis olarak tarihe geçmeyi umuyorum ve Sayın Başbakandan başlayarak hepimiz temiz ve örnek bir Türkçe kullanmak zorundayız. Artık "yahu"ları, "lan"ları, "sen"leri, "hadi git"leri bırakalım diyorum, yüce heyeti saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Altay.